düşen yağmur damlalarının, uçup giden martıların, denize kıyısı olmayan şehirlerin ve gerçek olanların hepsini yaşayıp tükettiğime inandığım sevgilerin ardından yazılmıştır.... ya da kısaca : geçen zamanın ardından bakarak yazılmıştır...
02 Temmuz 2010
ankebut 5
sığınağım.
bütün kaçışlarımda kapına sığındığım
koynunda uyuduğum.
sen,
ağlarında kaybolduğum.
teninde tenimin kokusu kalmış yine
yazmışsın, okudum.
tadın kalmış senin de dudağımda
haberin olsun.
bir de parmaklarımın ucunda belinin kıvrımı
bir de yüzümde saçlarının yalımı
bir de dilimde en güzeli adların
sen,
sığınağım.
vücüdunu saran ağların arasında
deli olduğum.
22 Şubat 2010
söyleyemediklerim
Gece. Birden uyanıyorum. Elim teninde. Pijamanın arasından bir yer bulup ulaşmışım sırtına. Uykunda bağırıyorsun, yine. Arada bir kaç kelime. Ağlıyorsun. Elimi biraz hareket ettirip okşuyorum sırtını, hafifçe sarsıyorum. “Canım” diyorum fısıldayarak, “canım, şşş canım“. Uyandırmayayım istiyorum ama rüyadan da çık istiyorum. Ağlıyorsun. Bir şeyler söylüyorsun. Yavaşça sana doğru dönüyorum, elmi teninden alıp saçlarına götürüyorum, başını okşuyorum, yüzümü yüzüne yaklaştırıyorum fısıldıyorum: “Canım, bebeğim, aşkım.“. Yüzünde acı var. Uyandırayım diyorum ama kıyamıyorum. Biraz daha okşuyorum saçlarını, yüzüne dokunuyorum. Biraz sakinleşiyorsun. Bir şeyler söylüyorsun. Hafifçe bana doğru dönüyorsun. Yüzün daha iyi. Ve çok güzel, yine. Biraz daha okşuyorum saçlarını, yüzünü. Dudakların aralanıyor, öpsem uyanmayacaksın ama öpmüyorum. Yanına uzanıyorum tekrar. Elimi pijamandan içeri kaydırıyorum, biraz daha yukarıya bu sefer. Vücudunu bana doğru çekiyorum, direnmeden geliyorsun. Kokunu çekiyorum içime olanca. Sanki ilk defa senmişsin gibi yeniden aşık oluyorum sana. Sonra aralık dudaklarından bir isim fısıldıyorsun. Benimki değil.
26 Ocak 2010
z
ve ben çalakanat peşinden uçup
sana yetişememiş bir martı.
düşmüşüm denize
tutunabildiğim sadece bir susamlı simit
batmamak için.
ve acıktığımda
bilmiyorum ne olacak halim.
biz ne zaman ayrılsak
bu şehre yağmur yağar
ıslanır duvarlar,
camlar,
kaldırımlar…
dökülür yapraklar bir bir hoyrat yumruklarıyala yağmurun
gizlenir ağladığım
kimse bilmez
biz ne zaman ayrılsak
uzar geceler
sabahın koynuna hep uyanık girerim
yastığım kokmaz
sırtım üşümez
kolum boşlukta uzanır
kimse görmez
biz ne zaman ayrılsak
albüm yapar şebnem ferah
içinden can kırıkları geçer avaz avaz
canım acır
canım duymaz
örtü olur aklımın yaprakları
serilir herkesin üzerine
şebnem çığlık çığlık
beni kimse duymaz
biz ne zaman ayrılsak
yanlış olmaz
ey şehir
üzerinden uçtu avlunun güvercinleri
önünden çağıl çağıl geçti boğaziçi
bir köşeden hüzünlü bir yalnızlık süklüm püklüm dönerken
aceleyle koşan bir korku çarptı ona
bütün yağmur etrafa saçıldı
gözlerinde susamlar havalandı bir martı endişeylyle
duvarın içinden fırlayan bembeyaz bir heykeli yalayıp bulutlara karıştı
“ey şehir” diye bağırdı adam “bana adını söyle
sokaklarında adını unutanların”
04 Ocak 2010
ebced
avcumun içinde
eski bir savaş yarası gibi
evimin soğuğu şimdi
ve ardında
saatleri durduran koskoca bir boşluk
her soluğun buhar olup tekrar dudaklarıma yağdığı bu gün
- doğumgünüme iki gün kala -
bu kara şehrin içimi kaçıncı karartışı bu
aynı yağmurda
aşina bir boğuluş
tekliğimin ebcedini düşerim bugün
dizlerim kanar
ateşsizim, soğuğum, günsüzüm
gözlerimin gördüğü
sanki yüzüme büyük gelen bir parça deri
merhaba yağmur,
hoş geldin geri
hû
z
lan kuğulu
lan kuğulu
şimdi böyle utangaç bakan kuğuların gözüme
gördükleri içindir bin kuğudan güzel bir kadının ellerini ellerimin içinde
çok eski vakitlerde gecenin bir vaktinde
nerdeyse eriyordum gözlerinin içinde
şimdi bu gece
yalnızlığın içinde
anısı kaldı mı diye bakarken her yerine
bir tek kuğular mahçup
bakıyorlar birbirini ıstmaya çalışan ellerime
yıla yeni başlamışken
hiç bitmeyen anıları depreştiren içimde
ikibinonun ikisinde üçünde
lan kuğulu
çok gidersin gücüme
...
adını koydum senin bu sabah
ıslanmış yanaklarına
sessizce fısıldadım
kulakların duymadı
ve aydınlık
hiç bir yalnızlığa
bu kadar kalabalık doğmadı
adını koydum senin bu sabah
saçların dağınık uyandığına
yüzüm dururken tavana baktığına
bana göstermeden ağladığına
nefesin nefesim oldu
sesim sesin
gözlerin ışıkla doldu
inanmadım gözlerimin kamaştığına
adını koydum senin bu sabah
benimle uyandığına
camın dışında guruldaşan kumrular
şahit adını fısıldadığıma